Umutsuzluktan Felakete: Profesör Finkelstein'ın Gazze Krizine Analizi
UNAPOLOGETIC podcast'inin 7 Ekim'den tam iki yıl sonra yayınlanan özel bir bölümünde, Profesör Norman Finkelstein, Gazze krizinin çeşitli boyutlarına ışık tuttu. Finkelstein'ın derinlemesine araştırmalara ve titiz gözlemlere dayanan korkusuz ve keskin bakış açısıyla, bu kapsamlı analiz, çatışmanın karanlık ve dile getirilmeyen yönlerini aydınlatıyor. Bu makale, Finkelstein'ın bu röportajda dile getirdiği anahtar noktalardan yola çıkarak, bir ulusun derin umutsuzluğunu, direnişin başarısız stratejilerini ve küresel güçlerin ve medyanın, kendisinin "soykırım" olarak nitelendirdiği şeye karmaşık bir şekilde ortak oluşunu anlatan kapsamlı bir yeniden inceleme sunuyor.
10/6/20257 min oku


Umutsuzluktan Felakete: Profesör Finkelstein'ın Gazze Krizine Analizi
UNAPOLOGETIC podcast'inin 7 Ekim'den tam iki yıl sonra yayınlanan özel bir bölümünde, Profesör Norman Finkelstein, Gazze krizinin çeşitli boyutlarına ışık tuttu. Finkelstein'ın derinlemesine araştırmalara ve titiz gözlemlere dayanan korkusuz ve keskin bakış açısıyla, bu kapsamlı analiz, çatışmanın karanlık ve dile getirilmeyen yönlerini aydınlatıyor. Bu makale, Finkelstein'ın bu röportajda dile getirdiği anahtar noktalardan yola çıkarak, bir ulusun derin umutsuzluğunu, direnişin başarısız stratejilerini ve küresel güçlerin ve medyanın, kendisinin "soykırım" olarak nitelendirdiği şeye karmaşık bir şekilde ortak oluşunu anlatan kapsamlı bir yeniden inceleme sunuyor.
Hamas'ın Çaresizliği ve 7 Ekim Felaketinin Doğuşu: Bir Çaresizlik Eylemi
Finkelstein, Hamas'ın 7 Ekim saldırısının "büyük bir strateji" olduğu yönündeki yaygın anlatıyı reddediyor. Onun bakış açısına göre, bu olay derin bir umutsuzluğun ve Hamas'ı bu eyleme iten yıllarca süren siyasi çıkmazın bir sonucuydu. Finkelstein, Hamas'ın daha önce Filistin halkının haklarını elde etmek için mümkün olan tüm yolları denediğini belirtiyor: İsrail ile "modus vivendi" (birlikte yaşama yolu) için diplomatik çabalardan, iki devletli çözümü zımnen kabul etmeye ve uzun süreli ateşkesler önermeye kadar. Ancak tüm bu çabalar, İsrail'in kayıtsızlığına ve herhangi bir "müzakere edilmiş çözüme" yanaşmamasına çarpmıştı; İsrail yalnızca Filistinlilerin "tamamen teslim olmalarıyla" ilgileniyordu.
Dahası, Finkelstein, Hamas'ın uluslararası hukuku kullanma girişimlerine dikkat çekiyor. Uluslararası kuruluşlara ve hatta Goldstone Raporu gibi (2008-2009'daki "Dökme Kurşun Operasyonu" sonrası yayınlanan ve sonrasında Goldstone'ın kendisi tarafından geri çekilen) raporlara yönelik şüpheciliğe rağmen, Hamas, Gazze halkı için bir nebze adalet sağlamak umuduyla bu kuruluşlarla işbirliği yapmaya devam etmişti. Ancak bu umutlar da umutsuzluğa dönüşmüştü.
Bu umutsuzluğun doruk noktası "Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü"nde görülebilir; şenlikler, müzik ve dansla başlayan şiddetsiz bir sivil direniş hareketi, ancak acımasız İsrail şiddetiyle karşılandı. İsrailli keskin nişancılar kasıtlı olarak çocukları, sağlık görevlilerini, gazetecileri ve engellileri hedef aldı; bu, barışçıl direnişin acımasızca bastırılmasının yürek burkan bir hikayesiydi. Finkelstein kesin olarak şunu belirtiyor: "Hamas'ın toplama kampında (Gazze) sefil olup ölmekten başka seçeneği yoktu." Bu ifade, nihayetinde 7 Ekim operasyonuna yol açan derin umutsuzluğun bir özetiydi; kendisinin "zar atma" olarak tanımladığı ve bir "felaketle" sonuçlanan bir eylem.
Gazze'nin Unutulması ve Netanyahu'nun "İlahi Bir Lütfu": "Temizlik" İçin Bir Fırsat
Finkelstein, 7 Ekim 2023 öncesinde Gazze'nin küresel hafızadan neredeyse silindiğini vurguluyor. Uluslararası çevrelerdeki tek tartışma, Suudi Arabistan'ın "İbrahim Anlaşmaları"na katılmasıyla ilgiliydi ve Gazze halkının acılarına hiçbir dikkat gösterilmiyordu. Bu unutulmuşluk bağlamında, Netanyahu ve müttefiklerinin bakış açısından 7 Ekim, bir kriz değil, "ilahi bir lütuf" ve "Gazze sorununu ve belki de tüm Filistin sorununu bir kez ve sonsuza dek çözmek" için "hayatta bir kez karşılaşılabilecek bir fırsattı".
Netanyahu, derin bir inançla, tarihe "tüm İsrail topraklarının kurtarıcısı" olarak geçmeyi umuyor. Ona göre, "insanlar soykırımları ve sürgünleri unutacaklar." Bu inanç, İsrail'in mevcut stratejisinin omurgasını oluşturuyor: Zamanla vahşetlerin unutulacağına ve yayılmacı hedeflere ulaşılacağına dair inanç. Finkelstein, ABD tarihindeki örnekleri ve başkanların Kızılderili soykırımındaki rolünü kullanarak, "şehir yok edici" (George Washington'a İrokoylar tarafından verilen lakap) adının hafızalardan nasıl silindiğini ve tarihin yalnızca zaferleri nasıl hatırladığını gösteriyor. Netanyahu'nun dayandığı şey budur: amaç, Gazze'nin "etnik temizliği" ve "Büyük İsrail"e ilhak edilmesidir ve hiçbir şey bu hedefe engel olmamalıdır.
"Soykırım", "Savaş" Değil: İsrail Propagandasını Parçalama
Finkelstein'ın en kesin ve meydan okuyucu görüşlerinden biri, Gazze'de yaşananları "savaş" olarak nitelendirmeyi reddetmesi ve "soykırım" terimini kullanmakta ısrar etmesidir. Gazze'de yaşananları "İsrail-Hamas savaşı" olarak tanımlayan herkesi "İsrail propagandasına ortak olmakla" suçluyor. Finkelstein, güçlü argümanlarla şu iddiaları ortaya koyuyor:
* Güç Dengesizliği: İsrail, bir haftadan kısa sürede Gazze'ye, ABD'nin Afganistan'a bir yılda attığından daha fazla bomba attı. Küçücük ve yoğun nüfuslu bir bölge olan Gazze'nin böylesine muazzam bir askeri güce karşı "savaş" yürütme şansı yok.
* Orantısız Kayıplar: Filistinli kayıplarla İsrailli asker kayıpları arasındaki oran (örneğin belirli bir dönemde 12.000 Filistinli'ye karşılık 50 İsrailli asker) bunun "imha" olduğunu, "savaş" olmadığını açıkça gösteriyor. Finkelstein soruyor: "1'e 240 oranı savaş mı yoksa soykırım mı gibi geliyor?"
* Sivillerin Hedef Alınması: "Savaşta" askeri amaç, düşman ordusunu yenmektir, sivil kayıplara yol açsa bile. Ancak Gazze'de birincil amaç sivil nüfusun yok edilmesidir. Çocukların, sağlık görevlilerinin, hastanelerin, gazetecilerin ve yardım görevlilerinin kasıtlı olarak hedef alınması, bunun bir "savaş" değil, bir "soykırım" olduğunu gösteriyor. Öldürülen Hamas militanlarının yüzde doksanı da "savaşlarda" ölmedi; aslında Finkelstein soruyor: "Tek bir kişi Gazze'de tek bir savaşın adını verebilir mi?"
* "Orantısızlık" Kavramı: Finkelstein, savaş hukukundaki "orantısızlık" kavramının, meşru bir askeri hedefi aşırı sivil kayıplarla hedef almak anlamına geldiğini titizlikle açıklıyor. Ancak İsrail, meşru askeri hedefleri bile hedef almıyor; daha ziyade sivil nüfusu hedef alıyor. Bu durum, "orantılılık" tartışmasını tamamen anlamsız hale getiriyor.
Uluslararası Adalet Divanı'ndaki Güney Afrika heyetini, bu yaklaşımı benimseyen ve bunun bir "soykırım" değil, bir "savaş" olduğunu ilan eden ilk resmi kurum olduğu için övüyor.
Güçlerin ve Medyanın Suç Ortaklığı: Felaketin Şerikleri
Finkelstein, uluslararası liderleri ve kurumları İsrail'in suçlarına "ortak olmakla" kesin bir dille suçluyor. Joe Biden, Antony Blinken ve Jake Sullivan, İsrail'e sürekli silah ve siyasi destek sağlayarak bu suç ortaklığında merkezi bir rol oynamışlardır. Finkelstein, "ABD silah tedariki olmadan İsrail beş saat bile dayanamazdı" diyor. Bu destek, BM Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir etkili eylemini engellemiştir.
Medya da bu suçlamadan muaf değildir. Finkelstein, Gazze'de yaşananları "İsrail-Hamas savaşı" olarak tanımlayan medya kuruluşlarının aslında "İsrail propagandasının araçları" haline geldiğine inanıyor. "New York Times" ve "Piers Morgan"ın yayınlarına işaret ediyor; bunlar başlangıçta "İsrail'in kendini savunma hakkını" vurgularken, artan yıkımla birlikte söylemlerini "İsrail'in orantısız tepkisi"ne kaydırmışlardı. Ancak Finkelstein, bu değişimin de yetersiz olduğunu düşünüyor, çünkü Gazze'de yaşananlar bir "soykırım" iken, hala "savaş" çerçevesine dayanmaktadır.
Kamuoyu Değişiminin Kalıcılığı ve Gelecek Görünümü
Tüm bu karanlığa rağmen, Finkelstein, 7 Ekim'in küresel kamuoyunda Filistin davası lehine radikal değişikliklere yol açtığını kabul ediyor. New York gibi şehirlerden örnekler vererek, Filistin yanlısı görüşlere sahip adayların artık kazanma şansının daha yüksek olduğunu belirtiyor. Ancak bu değişikliklerin kalıcılığı konusunda şüpheci yaklaşıyor. 1982'deki İsrail'in Lübnan işgali ve Birinci İntifada gibi tarihi olaylara atıfta bulunarak, o dönemde güçlü uluslararası tepkiler olmasına rağmen, bu tepkilerin sürdürülebilir olmadığını ve zamanla unutulduğunu hatırlatıyor. Netanyahu da bu unutkanlığa güveniyor ve birkaç yıl içinde tüm bu olayların unutulacağına ve hedeflerine ulaşılacağına inanıyor.
İsrail Toplumunun Bakışı: "Haşereler" ve Yıkım Sevinci
Finkelstein'ın analizinin en rahatsız edici yönlerinden biri, İsrail toplumuna ilişkin bakış açısıdır. "Çok az istisna dışında, neredeyse tüm Yahudi İsrailliler için Gazze halkı 'haşere' ve 'insan artığı'dır" diye iddia ediyor. Netanyahu ve Ben-Gvir'in ötesine geçerek, tüm İsrail toplumunu bu yaklaşıma dahil ediyor ve şunu belirtiyor: "Sadece Filistinlileri yok etmeye hazır olmakla kalmıyor, aynı zamanda onların yok edilme olasılığından 'sevinç duyuyorlar'." Bu davranışı, büyüteçlerle karıncaları yakan ve karıncaların yanıp kül oluşunu izlemekten "sevinç duyan" çocuklara benzetiyor. Bu korkunç tanım, Finkelstein'a göre İsrail toplumunda Filistinlilere karşı var olan nefretin ve insanlıktan çıkarma duygusunun derinliğini ortaya koyuyor.
Sonuç: Belirsiz Bir Geleceğe Bakış
Profesör Finkelstein'ın analizi, Gazze'deki durumun ve İsrail-Filistin çatışmasının karanlık ve acımasız bir resmini çiziyor. Cesaretle ve kesinlikle, birçok küresel gücün ve medyanın gizlemeye veya çarpıtmaya çalıştığı gerçekleri ortaya koyuyor. Hamas'ın derin umutsuzluğundan ve 7 Ekim olaylarındaki rolünden, İsrail'in soykırımcı amaçlarına ve küresel güçlerin suç ortaklığına kadar, hepsi Finkelstein'ın anlatısında yer alıyor. Nihayetinde Finkelstein, belirsiz bir gelecek öngörüyor. Küresel kamuoyundaki olumlu değişikliklere rağmen, tarihin unutkanlığın güçlü bir kuvvet olduğunu gösterdiğini ve Netanyahu'nun da bu unutkanlığa güvendiğini vurguluyor. Asıl soru şu: Dünya bu kez Gazze'nin "etnik temizliği"ne ve halkının soykırımına unutulmaya mı bırakacak, yoksa bu trajedi çağdaş tarihte bir dönüm noktası mı olacak?