Profesör Finkelstein: Trump'ın Barış Planı, Büyük Bir Aldatmaca

Profesör Norman Finkelstein'ın, İsrail ve Filistin meselelerinde önde gelen bir akademisyen olarak El Cezire'nin "UpFront" programında yaptığı son açıklamalar, sadece Trump'ın Gazze barış planının açık bir analizini sunmakla kalmıyor, aynı zamanda İsrail politikalarına ve uluslararası sessizliğe karşı bir iddianame niteliği taşıyor. Finkelstein'ın diplomatik süslemelerden arınmış, tarihi ve belgelenmiş gerçeklere dayalı analizi, bölgedeki mevcut durum ve geleceğe dair kasvetli ve acımasız bir tablo çiziyor.

10/6/20255 min oku

Profesör Finkelstein: Trump'ın Barış Planı, Büyük Bir Aldatmaca

Profesör Norman Finkelstein'ın, İsrail ve Filistin meselelerinde önde gelen bir akademisyen olarak El Cezire'nin "UpFront" programında yaptığı son açıklamalar, sadece Trump'ın Gazze barış planının açık bir analizini sunmakla kalmıyor, aynı zamanda İsrail politikalarına ve uluslararası sessizliğe karşı bir iddianame niteliği taşıyor. Finkelstein'ın diplomatik süslemelerden arınmış, tarihi ve belgelenmiş gerçeklere dayalı analizi, bölgedeki mevcut durum ve geleceğe dair kasvetli ve acımasız bir tablo çiziyor.

1. Trump'ın Barış Planının Temelsizliği ve Boşluğu: Ruhsuz Bir Belge

Finkelstein, Trump'ın barış planını, 1970'lerden bu yana yapılan tüm ABD barış girişimleri arasında "açık ara en zayıfı" olarak nitelendiriyor. Bu iddia sağlam temellere dayanmaktadır: Trump'ın planı, uluslararası hukuki belgelere, BM Güvenlik Konseyi kararlarına (242 ve 338 gibi) veya hatta uluslararası hukukun temel ilkelerine hiçbir atıfta bulunmamaktadır. Planı, "ilişkisiz, açıklamasız veya tutarsız" sadece "20 madde" olarak tanımlıyor; Hamas'a keyfi bir "72 saatlik" süre tanıyor ve kabul edilmemesi halinde "Gazze'yi yok etmeye" "yeşil ışık" yakıyor. Hukuki veya etik temelden yoksun bu yaklaşım, tek taraflılığı ve çatışmanın tarihi kökleri ile insani boyutlarını göz ardı ederek bir tarafın iradesini diğerine dayatma çabasını göstermektedir. "Barışı" getirmesi beklenen, ancak ana ilgili tarafla (Hamas) hiçbir diyalog içermeyen ve işgal altındaki halkın (Filistinliler) temel haklarını göz ardı eden bir plan, baştan sona başarısızlığa mahkumdur. Bu plan sadece güvenilir olmamakla kalmıyor, Finkelstein'a göre, gerçek bir barış değil, sadece belirli stratejik hedefleri ilerletmek için bir araç.

2. İsrail'in Kriz ve Rehine Sömürüsü: Kurtarma Jestleri, Etnik Temizleme Niyeti

Finkelstein'ın analizindeki en rahatsız edici noktalardan biri, İsrail'in "Hamas'ın rehineleri serbest bırakmasını istemediği" iddiasıdır. Bu görüşe göre, rehineler İsrail için "bir lütuf" haline gelmiş, onlara "Gazze'nin etnik temizliğini" ilerletmek için bir bahane sağlamıştır. Finkelstein'ın "İsrail için gerçek bir kriz ve felaket" olarak kabul ettiği 7 Ekim saldırısı, İsrailli yetkililerin Filistinlileri Gazze'den "sürme" yönündeki uzun vadeli planlarını uygulamaya koymaları için hızla "ilahi bir fırsata" dönüştü. Bu analiz, İsrail'in askeri operasyonlarının arkasındaki gerçek niyeti, sadece rehineleri kurtarmak ve Hamas'ı yok etmekten öteye, daha karanlık bir jeopolitik ve demografik hedefe doğru kaydırmaktadır: Gazze'nin demografik yapısını değiştirmek ve Filistin varlığını tamamen zayıflatmak. Bu yaklaşım, İsrail'in etik iddialarını ciddi şekilde zayıflatmakta ve askeri eylemlerinin siyasi ve amaçlı doğasını ortaya koymaktadır.

3. Gazze'deki Soykırım: İnsani Bir Felaketin Amacı ve Uygulanması

BM Soruşturma Komisyonu raporuna atıfta bulunan Finkelstein, İsrail'in Gazze'de "soykırım" yaptığını kesin olarak belirtiyor. Bu suçlamayı sadece yıkım ve katliamın büyüklüğüne değil, aynı zamanda İsrailli yetkililerin açıkça ifade edilen "niyetine" dayandırıyor. 7 Ekim'den hemen sonra yapılan "Gazze'yi harabeye çevireceğiz," "Gazze'de sivil yok" ve "Herkes Hamas'tır" gibi açıklamalar, bunların sadece "anlık, heyecanlı sözler" olmadığını, daha ziyade uğursuz ve sistematik bir niyetin ifadeleri olduğunu göstermektedir. Bu niyet pratikte de açıkça ortaya konmuştur: altyapının yaygın şekilde tahrip edilmesi, nüfusun kasıtlı olarak aç bırakılması ve (bir İsrailli muhalif lidere göre) "çocukların hobi olarak öldürülmesi."

4. İsrail Toplumu: Aşırılık Aynası

Profesör Finkelstein, İsrail toplumunu cesurca "deli bir toplum" olarak tanımlıyor. Bu tanım, sadece duygusal bir etiket değil, aynı zamanda şaşırtıcı iç anket istatistiklerinin analizinin bir sonucudur:

* İsrailli Yahudilerin %47'si: "Gazze'de soykırımı" destekliyor ve "İsrail ordusunun şehirdeki herkesi öldürmesi gerektiğine" inanıyor.

* %62'si (ve İsrailli Yahudilerin %70'i): "Gazze'de masum kimsenin olmadığına" inanıyor.

Bu rakamlar, Netanyahu'dan veya belirli bir hükümetten öteye, İsrail toplumunda Filistinlilerin insanlıktan çıkarılmasını normalleştiren köklü ve kolektif bir ideolojiyi ortaya koymaktadır. Bu aşırılık yanlısı bakış açısı, savaş suçlarına ve açık insan hakları ihlallerine zemin hazırlamakta, herhangi bir barışçıl çözümü son derece zorlaştırmaktadır.

5. Trump'ın Bölgesel Güç Oyunundaki Rolü: Daha Büyük Çıkarlar İçin Küstahlığı Kontrol Etmek

İsrail'in Katar'a saldırması ve Netanyahu'nun eşi benzeri görülmemiş özrü, Finkelstein'a göre, İsrail politikasında bir değişiklik işareti değil, doğrudan Trump'ın "talimatı" sonucuydu. Trump'ın Orta Doğu'ya yönelik "büyük planının," özellikle de "İbrahim Anlaşmaları"nın ve Suudi Arabistan (Trump'ın "taç mücevheri") ile ilişkilerin tehlikeye atılmasından endişe duyduğuna inanıyor. İsrail'in bölgedeki ülkelere pervasızca saldırması, bu plana zarar verebilirdi. Dolayısıyla Netanyahu'nun özrü, kendi isteğiyle yapılmış bir eylem değil, ABD'nin stratejik çıkarlarını korumak için ana destekçisi tarafından yapılan bir zorunluluktu. Bu durum, İsrail'in destekçilerinin bile bazen onun "deliliğini" ve "küstahlığını" kontrol etmek için müdahale etmek zorunda kaldıklarını göstermektedir.

6. Gazze'nin Geleceği: Yıkım ve Kayıp Umut, Ancak Gerçek Baki Kalacak

Yakın gelecek hakkında Finkelstein'ın hiçbir umudu yok. Gazze'deki "evlerin %95'inin ve hastanelerin %70'inin yıkılmasına" ve temizlenmesi 2050'ye kadar sürecek "60 milyon ton enkazın" varlığına işaret ediyor. Bu koşullar altında, Trump'ın planında yer alan "Gazze'yi yeniden inşa etmek" veya "Gazze sakinlerinin kalması" gibi söylemler "gerçeklikten tamamen kopuktur." "Umut için bir zemin görmüyorum" diyor.

Sonuç: Gerçeği Koruma Tarihi Görevi

Profesör Finkelstein'ın, yıllardır baskılara aldırmadan gerçekleri cesurca ortaya koyan seçkin bir analist olarak yaptığı açıklamalar, Gazze'deki durum ve Filistin çatışmasına dair kasvetli ve endişe verici bir görünüm sunuyor. Trump'ın barış planını sadece etkisiz değil, aynı zamanda zararlı ve gayrimeşru İsrail hedeflerini ilerletmek için bir araç olarak görüyor. Gazze'deki soykırım, kasıtlı bir niyetle ve İsrail toplumunun önemli bir kısmının desteğiyle aktif olarak devam etmektedir.

Bu derin umutsuzluğun ortasında, Finkelstein temel ve etik bir noktaya değiniyor: "Tarihten kaçamayız. O bizi onurla veya onursuzlukla gelecek nesillere ulaştıracaktır." Bu "tarihi kaydın korunması" doğrudan hiçbir hayatı kurtarmasa da, "en azından gerçeğin korunmasına izin verir." Gözlemciler ve gelecek nesiller olarak görevimiz, ne kadar acı olursa olsun bu gerçeği hatırlamak ve onu aydınlanma ve bu tür vahşetlerin tekrarını önlemek için kullanmaktır. Güçlerin anlatıları değiştirmeye ve gerçekleri gizlemeye çalıştığı bir dünyada, Finkelstein gibi gerçekleri cesurca ve doğrudan dile getirenlerin sesi her zamankinden daha hayati önem taşımaktadır.