İsrail'in Dürzileri Koruma Bahanesiyle Suriye'ye Saldırısı: Norman Finkelstein Perspektifinden Bir Analiz
İsrail'in Suriye topraklarına "Dürzi azınlığı koruma" adı altında bir askeri saldırı düzenlemesi senaryosu, Profesör Norman Finkelstein'in merceğinden bakıldığında insani bir eylem olarak değil, jeopolitik hedefleri ilerletmek ve uluslararası hukuku açıkça ihlal etmek için bir bahane kullanmanın klasik bir örneği olarak görülürdü. Her zaman hukukun güce üstünlüğünü vurgulayan Finkelstein, böyle bir eylemi aşağıdaki temel ilkelere dayanarak analiz ederdi:
7/16/20254 min oku


İsrail'in Suriye topraklarına "Dürzi azınlığı koruma" adı altında bir askeri saldırı düzenlemesi senaryosu, Profesör Norman Finkelstein'in merceğinden bakıldığında insani bir eylem olarak değil, jeopolitik hedefleri ilerletmek ve uluslararası hukuku açıkça ihlal etmek için bir bahane kullanmanın klasik bir örneği olarak görülürdü. Her zaman hukukun güce üstünlüğünü vurgulayan Finkelstein, böyle bir eylemi aşağıdaki temel ilkelere dayanarak analiz ederdi:
1.İnsani Bahanelerin ve "Koruma Sorumluluğunun" Yapısökümü
Finkelstein'in ilk ve en acil tepkisi, bu iddianın samimiyetini sorgulamak olurdu. Ona göre, güçlü devletler ve müttefikleri (bu durumda ABD destekli İsrail), askeri müdahalelerine meşruiyet süsü vermek için genellikle insan hakları veya azınlık koruması gibi yüce kavramları bir silah olarak kullanır.
Seçici İkiyüzlülük: Finkelstein derhal şu soruyu sorardı: Onlarca yıldır işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin temel haklarını ihlal eden ve (Finkelstein'in sıkça atıf yaptığı) saygın insan hakları örgütleri tarafından eleştirilen İsrail, neden birdenbire komşu bir ülkedeki bir azınlığın refahı için endişelensin? O, bu "seçici şefkati" gerçek bir insan hakları taahhüdü olarak değil, gizli bir art niyetin işareti olarak yorumlardı.
Dürzi Toplumunun Karmaşıklığı: Titiz bir araştırmacı olarak Finkelstein, Orta Doğu'daki Dürzi toplumunun tek parça olmadığı gerçeğine dikkat çekerdi. İsrail'deki (birçoğu orduda görev yapan), Lübnan'daki ve Suriye'deki (İç savaş boyunca büyük ölçüde tarafsız kalmış veya Suriye devletine sadık kalmış) Dürzilerin farklı çıkarları ve sadakatleri vardır. Suriye'deki liderlerinden resmi bir talep gelmeden onları "koruma" iddiası, tam da yardım ettiği iddia edilen toplumu tehlikeye atabilecek, davetsiz ve bölücü bir müdahaledir.
2. Uluslararası Hukukun ve Ulusal Egemenliğin Önceliği
Finkelstein için, belirtilen gerekçe ne olursa olsun, eylemin kendisi her şeyden önemlidir. Uluslararası ilişkilerin temel ilkeleri, BM Şartı'nda da kutsal kabul edilen ulusal egemenliğe saygı ve toprak bütünlüğüdür.
BM Şartı'nın Açık Bir İhlali: Bir ülkenin başka bir ülkeye, BM Güvenlik Konseyi'nin izni olmaksızın ve doğrudan, yakın bir tehdit (meşru müdafaa) bulunmaksızın askeri saldırısı, bir saldırganlık eylemidir. Finkelstein, hiçbir ülkenin, hiçbir bahaneyle, tek taraflı olarak başka bir ülkeye müdahale etme "hakkı" olmadığını savunurdu.
Kaosu Serbest Bırakma Tehlikesi: Bu tür bir mantığın (azınlıkları korumak için müdahale) kabul edilmesinin, dünyayı "orman kanunlarına" geri döndüreceği konusunda uyarırdı. Eğer İsrail Dürzileri korumak için Suriye'ye saldırabiliyorsa, o zaman Türkiye de Türkmenleri korumak için Kuzey Irak'a saldırabilir mi? Veya herhangi bir ülke, komşu ülkelerdeki dindaşlarını veya soydaşlarını korumak için müdahale edebilir mi? Bu mantık, devlet egemenliğine dayalı küresel düzenin temelini dinamitler.
3. Gerçek Stratejik Hedeflerin Aranması
Eğer "Dürzileri korumak" sadece bir bahaneyse, İsrail'in gerçek hedefleri ne olabilir? Finkelstein tarzı bir analiz şu noktalara odaklanacaktır:
Asıl Hedef: İran ve Hizbullah'a Karşı Koymak: İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarının tutarlı ve genel hedefi, İran'ın askeri nüfuzunun sağlamlaşmasını önlemek ve Hizbullah'ın ikmal hatlarını kesintiye uğratmaktır. "Dürzileri korumayı" bir kılıf olarak kullanmak, saldırıyı "Direniş Ekseni"ne yönelik doğrudan bir taarruzdan çok insani bir misyon gibi göstererek uluslararası sempati kazanmak için bir halkla ilişkiler taktiği olabilir.
Bir "Böl ve Yönet" Stratejisi: Böyle bir eylem, Dürzi toplumu ile Suriye merkezi hükümeti arasına bir kama sokma girişimi olabilir. Kendini bir "koruyucu" olarak konumlandırarak İsrail, bu topluluğun bir kesiminin sadakatini kazanmayı, güney Suriye'de gayri resmi bir tampon bölge veya yeni bir vekil müttefik yaratmayı umuyor olabilir.
Kamuoyunun Dikkatini Dağıtmak: Diğer askeri eylemlerde olduğu gibi, böyle bir saldırı dikkati İsrail'in iç krizlerinden (siyasi çekişmeler veya ekonomik baskılar gibi) veya diğer politikalarına yönelik uluslararası eleştirilerden (örneğin Gazze konusunda) başka yöne çekmeye hizmet edebilir.
4. Amerika Birleşik Devletleri'nin "İmkan Sağlayıcı" Rolü
Hiçbir Finkelstein analizi, ABD'nin rolüne değinmeden tamamlanmış sayılmaz. O, İsrail'in uluslararası hukuku defalarca çiğneme cüretinin, doğrudan ABD'nin koşulsuz askeri, mali ve diplomatik desteğinden, yani "yeşil ışık" yakmasından kaynaklandığını savunur. Böyle bir saldırının ardından Amerika'nın sessizliği veya cılız bir tepkisi, zımni bir onay olarak yorumlanacak ve İsrail'e BM Güvenlik Konseyi'ndeki her türlü anlamlı kınamaya karşı bir cezasızlık kalkanı sağlayacaktır.
Finkelstein'ın Bakış Açısından Sonuç
Profesör Finkelstein'ın perspektifinden bakıldığında, İsrail'in "Dürzileri koruma" bahanesiyle Suriye'ye saldırması, onun kutsal saydığı üç ilkeyi ihlal eden ikiyüzlü bir gösteridir: siyasi dürüstlük, uluslararası hukuka saygı ve yasal çözümlerin tek taraflı askeri eylemlere öncelenmesi.
O, böyle bir adımı bir güç göstergesi olarak değil, işlevsel bir uluslararası hesap verebilirlik sisteminin yokluğunda, askeri gücün kolayca hukukun üstünlüğünün yerini alabildiğinin ve insani bahanelerin emperyal ve bölgesel hırsları ilerletmek için birer araca dönüştüğünün acı bir kanıtı olarak görürdü.